30 Mayıs 2014 Cuma
Bakü'de
Ne kadar uzun zaman oldu. Gezmiyor değiliz ama yazmıyorum nedense. Sanırım buna anı yaşamak deniyor. Şu an Bakü'de yaşıyoruz. Hayat savuruyor bir yerlere. Bu fotoğraflar Gül bayramından. Haydar Aliyev'in doğumgünü münasebeti ile kutlanıyor. 10 Mayıs 2014
Etiketler:
Bakü,
Gül Bayramı,
İnce Sanat,
Yaşam
Yer:
Bakü, Azerbaycan
1 Mart 2012 Perşembe
5 Temmuz 2011 Salı
21 Şubat 2011 Pazartesi
4 Kasım 2009 Çarşamba
Artvin-Gürcistan-Azerbaycan 27/09/2009-10/10/2009
Uzun zamandır istediğimiz seyahat gerçekleşti.
Eşim Azeri. Ailesi Azerbaycan'da yaşıyor. Eşim zaman zaman gitse de ben düğünden sonra bir türlü gidememiştim. 4 yıl oldu. Bu arada aramıza Rena hanım katıldı. Daha onu da görmemişlerdi. Onun yaşını doldurmasını da beklemiştik. Bir heyecanla bu günü bekliyorduk.
27 Eylül sabaha karşı evden çıktık. Acayip yorgundum. Ctesi işten çıkıp koştur koştur pazara uğradım. Şimdi deyeceksiniz ki "yola gidiyon, ne pazarı?" Hem yolumun üzerinde idi hem de yol için meyve alayım dedim. :))
Eve geldim. Yaprak ıslattım akşama sarmak için. Börek için peynir çıkardım, onu da ıslattım. Burada peynir toptan alınır kışlık. Azar azar çıkarır ıslatırız. Tuzundan arındırır öyle kullanırız. Neyse, peynirli sigara böreği ve zeytinyağlı yaprak sardım. Bolca da meyve aldık yanımıza. Bunları yapacam, gözden kaçırdığım bişi var mı eksik var mı diye telaş ederken bayağı bir yoruldum. Allahtan komşum Özlem uğradı ne yapıyorsun diye, baktı hazırlık koşturuyorum yaprak sarmaya yardım etti. Annem, ben, Özlem sardık yaprağı. Yaprak sarmasının da altını kapatıp nihayet uyumaya gittim. Sabaha karşı 4'te uyandım. Sarmaları saklama kabına dizdim. Çantaya diğer malzemelerle yerleştirdim.
Eşimi uyandırdım. Rena'nın sütünü ısıtıp biberonuna koydum. Rena hanım'ı da uyandırıp, anne ve babamla vedalaşıp saat 05.00’te yola çıktık. Rena hanım hemen uyumadı. Sütünü içti. Biraz çene yaptı. 2 saat kadar sonra daldı gitti. Zati normalde uyanma saati 06:00
Seyahat edeceklere öneri. Küçük çocukla seyahat kolay değil, ancak ufak tefek taktiklerle kolaylaşabilir. Yanımıza ufak tefek bizim hiç ama onun ilgisini çekecek şeyler aldık( Mandal, Lego birkaç parça, kıyafet etiketi, ses yapan bir iki oyuncak, broşür veee en önemlisi onun için doldurduğum CD. en kurtarıcı buydu. İçine çocuk şarkıları yükledim. En çokta "Arkadaşım Eşek" şarkısında sakinleşti. Birde fazlaca çocuk şarkısı bilirseniz değmeyin keyiflerine.)
Ha bu arada oto koltuğu şart. Zaman zaman sıkıldı ama . Çok sıkılıp ta yaygara yaptığında arabayı durdurup biraz dolaştırdık.
Neyse efenim. Çıktık yola. Sen’an bir yol haritası çıkarmıştı. Nereden gideceğimizi yazıp çizmişti. Adana'dan Maraş, Bingöl, Malatya, Elazığ(sıralamada hata olabilir:)) Erzurum ve nihayet Artvin. Yurdumun her bir köşesi cennet. Hele bir gidin dışarılara da nasıl özleyeceksiniz insanımızı doğamızı. En azından birini :)))
Bingöl'ün Bilaloğlu köyü Mendo Deresi mevkiinde 1993 yılında şehit edilen 33 er için her şehidi temsilen birer Türk bayrağı dikildiği anıtı gördük. Yüreğimiz burkuldu. Ruhları şaad olsun.
Bingöl Yolu Şehitlik
Erzurum'da yılın ilk karı düşmüştü. Adana'dan yazlıklarla çıktığımızdan hafiften titredik. :))
(Erzurum)
Akşam saat 22:00 gibi Artvin'e vardık. Öğretmen evinde kalacaz önceden rezervasyon yaptırdık. Artvin'e girer iken hep virajlı dağlık yollardan geçtik. Nihayet vardık Artvin'e. Bu sefer sorup yerini öğrenecez öğretmen evinin. Yol sorduğumuz her kes doğru git çarşıda dedi. Doğruda ne tarafa doğru :))))) O kadar yorgunluğa rağmen kahkahalar atarak tırman babam tırmandık. Artvin komple yokuş bir şehir. Bir köprü geçtik. Çoruh nehrinin üzerinden bir vatandaşa yol sorduk. amcam kafasını soktu arabaya " ha burasi boş midur? Boş değilmuş” dedi. Arabanın dolu olan ön koltuğunu görünce. Camı kapatınca koptuk Sen'an'la. Nihayet bulduk Öğretmen Evini. Odamıza yerleştik. Rena'da demek yorulmuş ki geldiğimizde uyuyor olmasına rağmen çok sorun çıkarmadan biraz oyalanıp uyudu. Sabah 06:30'da uyandık hazırlanıp kahvaltıya indik. Rena koca yemek salonunda fır döndü. Tüm şirinliklerini yaptı. Herkese öpücük gönderip el salladı.
Öğretmen Evi)
Kahvaltımızı yapıp hemen yola çıktık. Eşsiz Karadeniz manzarası eşliğinde her yerden bir su akıyor. Yemyeşil bir doğa. Havada çok güzeldi.
Hopa Sınıra giderken.
( Hopa Yolu)
(Çoruh Nehri)
Hopa’ya vardık.
Tek kötü ve üzücü tarafı selin bıraktıklarını gördük. Çoruh nehri içinde yıkık prefabrikler. Kayan toprakla beraber nehre düşmüş otomobil vs….
Türkiye’den Gürcistan’a geçtik.
Rena Sınırda
Sorunsuz, çabuk ve düzenli bir şekilde. Görevli memurlar çok anlayışlı. Türkçe “Gürcistan’a hoş geldiniz” dediler. Çabucak işlerimizi yaptılar. Geçiş 5 dk sürmedi. Sen’an’da araç ile ilgili işlemleri bitirince Gürcistan’a girdik. Saat 11:00
Şarkılara konu olan Batum. Deniz kenarı güzel bir şehir.
Batum’da yakıt aldık. Oda ne? Ucuz. Hakikaten ucuz. Hani çeşitli şekillerde dünyanın en pahalı benzinini kullandığımıza dair yazılar var ya. İşte aynen çok pahalı bizde. Doldurduk depoyu. Adam dolar almak istemedi. Bizde depoyu dolduracaz dedik razı oldu. Halbuki depo boş değildi. :)))))
Keşke boş olsa imiş kârâ geçerdik. :) Senan haritadan kendine Tiflis’e giden daha kısa bir yol seçti.
Koyulduk yola. Yol inanılmaz güzel sağımızda Çoruh nehri. Solda dağlar. Gürcistan Artvin’in bir uzantısı gibi. Ama çirkin betonlaşma, doğa katliamı henüz yok
Bir süre sonra yol bozuldu. Dar köy yolu oldu. Allah nereye geldik filan diyoruz ama doğa da bizi acayip etkiliyor. Sen’an da arabanın altını vurmamaya çalışıyor. Biz hoplaya zıplaya gidiyoruz. Rena bu sarsıntıda öğle uykusuna yattı. Uzun bir sürede uyanmadı. 170 km kadar gittikten sonra önümüze bir kamyon çıktı yolda durmuş bekliyor. Senan bekleyen şöföre nolduğunu sordu. “Köprü yıkıldı” dedi. Sel orada da etkin olmuş ve köprüyü dağıtmış. Suyun içinde de bir araç.
Haydaaaaaaaa. O kadar bozuk 170 km yolu zati 3 saatte almıştık şimdi gerisin geri dönenmemiz gerekiyordu. Eşim bu duruma çok üzüldü. Bende sağlık olsun dedim. Sonuç olarak o güzelim yerleri görmüştük.
Geri döndük. Yolda ceviz çırpanlara rastladık. Tuhaf tuhaf arabamıza bakıyorlardı. Yolu yarılayınca durduk. Rena’ya yiyecek bir şeyler hazırladım. Sen’an’da yakındaki ceviz ağacının altına bakmaya gitti. Bize ceviz topladı.
Bu arada hava bulutlandı. Güneşli başlayan gün, yağmurlu bir güne döndü. Neyse tekrar hareket ettik. Öğleden sonra Batum’a geri döndük. 6 saat kaybetmiştik ama çok güzel bir doğa manzarası görmüştük.Tekrar yol sorup yola koyulduk.
Gece Tiflis’i geçtik. Çok güzel bir şehir. Düzenli kocaman geniş caddeleri var. Işıl ışıl. Her yerde devriye gezen polisler var. Biraz çekindik. Çekinmemiz boşuna değil tabi, geçmişte bu ülkeden yolu geçen ya da bu ülkeye gelen eşten dosttan, Gürcistan’daki rüşvet ve para almak için neler yaptıklarına dair gerçek hikayeleri dinlemiştik. Nasıl karşılanacağımızı, biz Türkler’e karşı tavırları nedir bilmediğimizden biraz da temkinli davranıyorduk derkennnnnnn. Sen’an trafik ışığı sarıdan kırmızıya dönerken geçti. Hop hemen arkamızda polis arabası belirdi durduk. Bu arada arabaları da afili kıyafetleri de. :) Geldi yanımıza dedi “kırmızıda geçtiniz.” Sen’an sarıydı dedi( sanki sarıda geçmek serbest gibi:)) Neyse polis içki içip içmediğini sordu. Sen’an’da yok dedi. Meşhur alkol metreyi üflettiler. Sonra da dikkatli gidin, hız yapmayın dediler, bizi saldılar . Şaşırdık, sevindik. Rena bu arada uyuyor. Artık adam çocuklu seyahat yapan aile deyip mi, misafirperverlikten midir nedir bıraktı ceza filan yazmadan. Ama ben Sen’an’a bayağı bir çıkıştım, kırmızıda geçmesinden dolayı. Sürekli Gürcistan’ı ve Gürcüleri tanımıyoruz dikkatli ol, kurallara uy diye bayağı bir başının etini yedim.
Sonradan öğrendiğimize göre yeni devlet başkanı reform yapmış. Polislerin maaşlarınd aiyileştirme yapmış. Düzene sokmuş Helal olsun!!
Tiflis güzel bir şehir ama ülkede genel olarak rastlanan eksik tabela ve işaret yetersizliği. Tabelalar ana yol güzergahı hariç hep kendi dillerinde. Değişik bir yazıları var. Kril alfabesini andırıyor ama değil. Çöz çözebilirsen. Ana yol üzerindeki tabelalarda yer isimleri Latin alfabe ile de belirtilmiş ama ya yanlış yerde ya yanlış tarafı gösteriyor ya da tabela yok. Kızılderili gibi iz sürmek zorunda kaldık. Defalarca yol sorduk!.
Ana yol Tabelaları
Cevaplar “şu caddede, şuradan gideceksiniz” şeklinde. E caddenin adı yazmıyor ki nerden nasıl gideceğiz?. Bu arada acaip acıktım sabahtan beri atıştırıp durmuştuk. Ama açtım yahu. Yemek yemek istiyordum Heryer karanlık. Nerde yemek yiyebiliriz. Yol üstünde bişi yok.
Senan bir yerin önünde durdu. Pavyon görüntülü bir yer. Dedim başka yere bakalım. Hava hala hafiften yağıyor serinledi bayağı.
Bir yer buldu. Garsonla yemek üzerine anlaştık. Bekliyoruz. Rena arabada yatıyor. Bi yere oturttular tek oda sanırsın evin salonundasın.bir masa köşede şömine, sandalyeler oymalı. Dedim "Sen'an dışarda yiyelim serin serin". Kapalı yerde kalmaktan zaten gına gelmişti. Hem arabanın yanında Rena'ya yakın sürekli bakabilirim. Tamam dedi. Dışarda sundurma gibi bir yere oturduk. Garson geldi bizi dışarda görünce şaşırdı. Güldük.Anacım biz alışık değiliz öle alaturka şeylere.
Yemek çok güzel. Sen'an bayıldı. E Sen'an'ın bir yemeği sevmesi için et olması yeterli :)))
Gürcü Kebap-Şaşlık
Karnımızda doyduktan sonra, sınıra doğru yolu bulup sınırdan önce de yakıt aldık. Petrol istasyonu SOCAR Azerbaycan firması imiş. Çalışanlardan Azerice bilenler vardı bir süre sohbet ettik. Sıcak su aldık. Tekrar yola düştük. Gece saat 01:00 gibi sınıra vardık. Gayet sakin bizden başka araç yok. Ama Gürcü polis geçemezsiniz dedi. Biz ne oluyor gibi bakar ve sorarken. “Azerbaycan vizeniz yok. Sınırda vize vermiyorlar” dedi. Biz eyvah ne yapacağız derken, görevli polis bize Tiflis’teki Azerbaycan konsolosluğundan alabileceğimizi söyledi. Bizde arkamıza baka baka geri döndük.. Çok az kalmıştı yaaaaaaaaaaaa…..
Gerisin geri son yakıt aldığımız petrole döndük. Çocuklar bize” ne oldu niye döndünüz?” dediler. Olayı kısaca anlattık. Burada park edip uyuyup uyuyamayacağımızı sorduk . Tabi dediler yer gösterdiler saat 02:30. Bizde pozisyonlarımızı alıp uyumaya çalıştık Rena uyandı ağladı durdu. E haklı çocuk saatlerdir aynı pozisyonda koltuğunda uyumaktan sıkıldı. Kucağıma aldım anında geri uyudu. Yüz üstü.:))) Bir süre sonra bende aynı pozisyonda Rena ile hareket edemez duruma geldim . Sen’an’a seslendim koltuğunu ön koltuğa koyduk , Rena’yı da içine. Allahtan devam etti uykusuna. Bende rahatsız bi şekilde uyumaya çalıştım.
Sabah saat 06:00 gibi uyandık. Toparlanıp Tiflis’e doğru yola çıktık. Ama ben bir yana seviniyorum Tiflis’i gündüz gözü ile görebileceğiz diye.
Heryerde bir heykel. Dönüştede farkı yollarda heykellere rastladık. Kah bir yamaçta. Kah bir duvar oyuğunda.
Dedik ya tabela işaret problem.
Soruyoruz polise konsolosluğun yerini. Polis bilmem ne caddesinde diyor, diyor da o caddeye nasıl gidilir en ufak bir işaret tabela yön gösterici yok.
Sen'an Yol Tarifi Alırken
Polise soruyor Senan “ nasıl yolunuzu buluyorsunuz?” Poliste katılıyor bize. “ buranın insanı da kayboluyor” diyor. Farkında oda sıkıntının. Neyse tarif ediyor ama biz bulamadık konsolosluğu. Sen’an bir taksi şöförüne sordu. Tarif etti adam. Ama tarif çok uzun. Sen’an yolu göster dedi 5 Lari’ye anlaştılar. Adam düştü önümüze. Götürdü bizi konsolosluğun önüne.
Sorduk görevlilere. Efenim saat 10:00’da açılıyormuş konsolosluk. Yuh yani. Saat daha 08:00 El mahkum bekledik. Beklerken yiyecek bişiler aranmaya başladık. Çevrede hiç bişi yok. Ne market ne bir büfe. Her yer kapalı.
Aranırken ters yöne girmişiz. Minibüsteki adam kafasını camdan çıkarıp “ Abi olmaz “ dedi.:)))Türkmüş.
Biz şaşkın bakarken Sen’an uyarı levhası yok dedi. Arkasından da “yiyecek bişiler bakıyorduk. Nerde bulabiliriz “diye sordu. Adam takip et beni dedi. Bir yerde durdular. Meğer adamlar inşaatçılarmış. İngiliz Konsolosluğunun binasını tadilat ediyorlarmış. Bizi Türk bir börekçiye götürdüler. “Her yerde yenmez abi” dedi. Bizde teşekkür ettik. Bu arada Pastane sahibi adam Türk olabilir ama sanırım karısı yabancı. O daha sıcak davrandı. Adam bizimle konuşmadı bile. Neyse nefis su böreğinden aldık. Rena’nın elinde de minik simit. Keyifle dolaşıyor. :) Oradan ayrıldık. Tekrar konsolosluğa dönecez. O da ne ? Sen’an yolu bulamadı. :)) Biraz dolaştıktan sonra tekrar bir taksici ile anlaştık. Sanırım daha yakınlarda idik ki 3 Lari istedi.
Lari
Konsolosluğun önüne geldik açılmasına az var. Birkaç kişi daha kapıda bekliyor. Nihayet açıldı. Adama derdimizi ve isteğimizi anlattık.”Öyle” diyor. “Niye uçakla gitmediniz? Havaalanında 10 $’ halledebilirdiniz de falan da filanda .Adam sürekli uçakla gitmeliydiniz deyip durdu. Çıldıracam yahuuu sanki ona sorduk ne ile gitmemiz gerektiğini. Biraz ajitasyon yaptık. “ Babamız hasta, çocuğumuz var 2 gündür yoldayız yeme içme problem oldu vs..” Çokta umurunda olmadı.
Adam saat 12’de gelin dedi. Bir bakalım!
Neyse biraz dolandık. Rena bu arada elimizi tutmak istemeyip sürekli kendi başına dolaşmak istediğinden bizi zorladı durdu ve nihayetinde de düştü. Kafasını temiz olmayan pürüzlü yere çarptı. Ağladı tabi. Bir yaygara bir yaygara. Konsolosluğun karşısında binaların arasında bir çeşme vardı gittik akan soğuk su ile kompres yaptık. İşe yaradı gibi. Rena hanım ona da müsaade etmiyor. Neyse biraz şişlik ve morlukla atlattık. Biraz daha oyalandık. Bir market bulduk. Alışveriş yaptık. Türk ürünlerinden aldık Geri döndük. Sen’an bir bakayım dedi. Gitti biraz sonra geldi. Görevli adam pasaport başına 20 $ getir al pasaportleri demiş. Yani tüm olay bu… Sen’an daha başından sen yanımda olmasa idin söylerdi derdini. Bunların hepsi böyle. İş parada bitiyor. Yok vize yeni sistemmiş te, Bakü’ye soracaklarmış da, cevap gelmezse yarına kalırmış da… da da da ….
Sonuç olarak vizelerimizi aldık ve güzel Tiflis'i gündüz gözü ile görerek bol bol fotoğraaf çekerek tekrar sınır yoluna koyulduk.
Birkaç kez yanlış yerlere girdikten sonra doğru yolu bulduk ve sınıra geldik. Hop geçtik. 10 dk sürmedi.
Girdik Azerbaycan sınırına.
Bir sakillik, bir düzensizlik. Arkamızda bıraktığımız Gürcistan sınırından sonra karşılaştığımız manzaraya inanamadım. Hem çok daha fazla memur ve asker var hem de bakımsızlıktan yıkılacak binalar. Önceki sınır geçişlerimiz gibi olacağını düşünerek Rena’yı kucağıma alıp öylesine hazırlıksız inmiştim arabadan. Rena kucakta durmuyor. Yere inmek istiyor. Ayakkabısı yok hırkası yok. Benim hırka da arabada. Hava serinledi. İş uzadı da uzadı. 1 saate yakın bekledik. Hani kalabalık olsa neyse. Toplasan 10 araba yok. Bir yavaşlık ve düzensizlik almış başını gidiyor.Asker çocuklar acaip bilgisiz. Bagajdaki güneşliğe bakıp
Asker:abi bu ne?
Sen'an :güneşlik diyor.
Asker:Nasıl güneşlik?
Sen'an: İşte böle arabanın önüne koyuyorsun güneş zarar vermesin, içerisi fazla ısınmasın diye. Araban varsa istersen sana vereyim.
Asker: Yok abi arabam. Ama güzel bir parfümün olsa idi alırdım!!!!
Sen'an::)))
Saflar ya.Bizim işlemlerimizi yapan asker çocuklarda öle mulayim idi.
Azerbaycan'da askerlik çok zor şartlarda. Kaynım Elnur Askerlik yaparken eşim ziyaretine gitmişti. Durumunu görüp ağladığını söylemişti. Üstte yok başta yok. Eger paran varsa her yerde durumun iyi. Ayakları yara içinde demişti.Devlet askerinide koruyup kollamıyor. Bizim asker ocağımızdakiler onların yanında 5 yıldızlı otelde gibiler. Her türlü giyim ve ihtiyaçlarını kendileri temin etmek durumunda. Bir fotoğraf görmüştüm Elnur askerde iken yattıkları yerde çekilen. Yattıkları yer içler acısı idi.Şimdi Sınırı görünce sınır böyle ise asker yatakhanesini siz düşünün.
Sonuç olarak arabanın işlemleri bitti ve çıktık. Sanki savaştan çıktık. Olay şu.
“ Git sigorta yatır. Şu evrakları halledelim. Ruhsat burada kalacak. Bu belge ile gezeceksin!!!”
“ E hadi ben buradan başka ülkeye geçeceksem, ya da bu yol tehlikeli ya da bozuk, başka sınır kapısından çıkacaksam?” “Olmaz! Nerden girdi isen oradan çıkacaksın” !!!!!
Yola koyulduk nihayetinde. Bir yandan şükür Azerbaycan’dayız diyoruz ama bir yandan da tedirginiz. Biliyoruz her yerde rüşvet başını almış gidiyor. Olur olmaz yerde durdurup sorun çıkarıp, para koparmaya çalışıyorlar.
Çıktık yola. Bir polis noktası durdurdu. Evrakları kontrol etti. Daha 10 dk önce verilmiş evraklar.
“Bize hürmet eyle “ dedi. Senan çıkardı 5 manat verdi.İşte başladık dedim.
Yollar inşaat halinde, bozuk, çamur. Tangır tungur gidiyoruz.
Önce yolumuzun üstündeki teyzelerine uğrayacağız. Şemkir’de yaşayan Püste Hala’ya uğradık(Azerbaycan’da bizdeki teyzeye karşılık “HALA” deniyor. Halaya karşılık ta “BİBİ” deniyor.) evde değildi. Toya gitmiş. TOY: Düğün.
Gelini evde idi. Akşama doğru Hala da geldi. Çok şeker bir gelini var. Hala zaten süper. Öğretmen, hala da çalışıyor. Birinci sınıfları okutuyormuş bu yıl.
Püste Hala ve biz
Gece orada kaldık. Banyomuzu yaptık. Mışıl mışıl uyuduk. Bize üst kattaki odayı verdiler. Süsler o biçim :))Azeri hanımları çok bakımlı. Çarşıya pazarada gitseler kıyafetleri göz alıcı. ERkekleri hep takım elbiseli. Evlerde envai çeşit cam eşya,misafir tabak çanağı var.
Rena’yı da aramıza yatırıp uyuduk deliksiz. Rena gece sadece bir kez uyandı. Pışpışladım yattı. Sabah bizim saate göre 7’de Azerbaycan saatine göre 9’da uyandık. Giyindik aşağıya indik. Kahvaltımızı ettik. Sen’an’ın annesinin köyüne gideceğiz.
Hala ile birlikte önce mezarlık ziyareti yaptık. Sen’an’ın ablasının, dayılarının ve nenesinin mezarını ziyaret ettik.
Mezarlığa giderken şeker aldık.
Azeri geleneklerine göre giderken mezarlığa çiçek yanı sıra şeker de götürüyor. Mezar taşlarının üzerine bırakıyorlar. Mezar taşları çok görkemli imkanlarına göre ya boydan bir fotoğraf ya da vesikalık bir fotoğraf siyah granit üzerine işleniyor.
Azerbaycan'da gözlemlediğim şu. Bir çok aile reisi ya da oğlu Rusya'da çalışıyor. Durumu olanların evleri çok güzel görkemli, süslü. Ancakkk sokaklara çıkılmıyor.Ana yollar hariç sokaklar içler acısı.
Bu göl gibi gördüğünüz yer sokağın ortası.
İçi su dolu ve çukurun derinliğini hesap edemiyorsunuz.
Hiç mi bu mahallelerden, şehirlerden hizmet yapacak adam çıkmıyor anlamıyorum. Zaten seçimler bile sadece görüntü. Adamlar baştan seçilmişmiş. Yani kimin kazanacağı belli.:( Böylelikle hizmet hak getire.
Oradan Sen'an'ın diğer bir halası Numune Hala'ya gittik. Numune hala bize mangal yaktı. Azeri kebabı yedik. Birde minik minik krepler yaptı. İçine kıymalı iç koydu. Kenarlarınıda içe alarak sardı ve kızarttı. ağır bir yemekti ama çok lezzetliydi.Onlarla da öğle yemeğini yiyip sohbet ettikten sonra vedalaştık.
İki kızı ve bir oğlu var
Numune hala,Leman,Lamia ve Hüseyin
Rena’nın bayramı oldu. Hepsi bahçeli ev. Köpekler, tavuklar, ördekler, kazlar. Rena ortalıkta Ha ha(göya havlıyor) , tıkı tıkı diye gezdi durdu. Oradan diğer halaya Mirvari Hala ve Besdi yengesine gittik. Dayısı birkaç sene önce vefat etti. Yengesi ve kuzeni Emil'i de gördükten sonra yola çıktık. Kayınvalidem de dahil Teyzelerin hepsi öğretmen hala çalışıyorlar. Kayınvalidem de fizik öğretmeni imiş. Allah rahmet eylesin.
Artık eve gidiyoruz. Derken Yol üstündeki Gence’de bulunan Sen’an’ın amcalarına da uğrasak mı diye konuşurken. …
İki yol ayrımı bir yere girdik bu arada bir polis noktasının önünden yanlış yola girdik. Tam döneceğiz burası değil derken. Arkadan gelen polis arabasını fark ettik. Durduk. Adam da yanımızda durdu. Arabadan inme zahmetine bile katlanmadı. Arabanın içinden bizimle konuşuyor.
Polis: Bir arabanın camları filmli. İki telefonla konuşuyordun. !!!!
Sen’an: Hayır dedi telefonla konuşmuyordum.”
Polis : Yok konuşuyordun.
Sen’an: Hayır konuşmuyordum.
Polis: Ver telefonuna bakacam.
İnceledi. Son aramalara baktı buldu bir nerde ise aynı saate gelen bir konuşma. İşte konuşmuşsun.
Sen’an: Onun tarihine bak dünün konuşması.
Adam sonunda pes etti. Gel peşimden dedi. Geri döndük. Peşinden gidiyoruz. Kontrol merkezinde durduk. Sen’an adamla binaya girdi. Biz de arabada bekliyoruz. Bayağı sürdü. Nihayet içerden çıktılar. Adam aç kapıyı dedi. Ön camlardaki filmleri söktü. Baktı daha önce fark etmediği Rena’ya arka camlardakini sökmedi. Tamam git! Hızlı sürme. Bir şey olmaz dedi. Yola çıktık. Sen’an söylenip duruyor.
Polis içeri girerken amirine: Komutanım işte buydu düdük çalıp dur dediğim durmayan araba.”
Sen’an da nerden çaldın dur dedin demiş. O da göstermiş. Camekanın içinden çalmışmış efendim. Durmamışız. Külli yalan. Sen’an a demiş “emre itaatsizlik , evraklarını Bakü’ye gönderiyorum git al oradan”. Sen’an “ben Bakü’ ye gitmiyorum” demiş. O da “burada Bakü’ye gidecen yazmış” demiş. Kocaman yalan. Gelelim derdine. Bilindiği üzere para. 50 Manat’ı almış ve yola salmış. Durum bundan ibaret. Bu rüşvet zincirini devlet destekliyor. Her şeyin farkında devlet. Toplanan paralar taaaaa yukarılara kadar gidiyor. Vermeyecem dersen seni kim kurtarır artık bilmem her şey zora sokuluyor. Yazık bu ülkeye diyecem ama herkes alışmış. Herkes alıyor veriyor. En ufak işlem bile para. Adam görevini bile para ile yapıyor. Gözünü sevdiğim ülkem. Aksaklıkların hiçbirini gözünüz görmez. Dimağınız hatırlamaz orada. Azerbaycan yanında Avrupa standartlarında bir ülkeyiz vesselam.
Çok sinirlerimiz bozulmuş şekilde Gence Şehrine girdik. Çok eski bir şehir. Ünlü şair Nizami Gence'nin şehri. Gence şehri şehri adeta çöl ortasında vaha gibi . Türkiye ve Ermenistan sınırına çok yakın olan Gence her bakımdan Türkiye ve Azerbaycan için önemli bir şehir. 1918 yılında Rus destekli Ermenilerin önce Gence`ye saldırmışlar ve Gence`de taş üstüne taş bırakmamışlardı. Bugün Karabağ sınırlarına yakın büyük bir kent. Yüzbinlerce Azerinin yaşadığı bu kentin girişinde Azerbaycan`ın çok önemli bir Aliminyum Fabrikası bulunmakta. Fabrika Kafkasların en büyük fabrikası konumunda.
Gence Azerbaycan'ın ikinci önemli şehri. Türkiye ye çok yakın. Gürcistan ve Ermenistan sınırlarına yakın. Şehrin girişinde sizi muhteşem bir abide karşılıyor.Gence`de 950 yıl önce yaşayan ünlü Türk şairi Gence’li Nizami`nin anıt mezarı ve müzesi 4 yıl önce Azerbaycan’a geldiğimizde özel olarak gidip anıt mezarını gezmiştik.
1140 yılında yaşamış Gence’li Nizami yazdığı divanı ve kitapları ile Türk kültürüne hizmet etmiş bir şair. Peygamberimizi en güzel şekilde anlatan Gence’li Nizami İran’la Azerbaycan arasında tartışma konusu bir türlü paylaşılamıyor. Rusya bu önemli Türk şairini İranlılara kaptırmamak için Muhteşem bir anıt ve abide yapmış. Anıt mezarın bulunduğu minare şeklindeki bina çok görkemli. Biz ilk ziyaret ettiğimizde restore ediliyordu. Bu sefer sadece önünden geçtik ve fotografını çektik.
bu fotograf buradan www.hesenli.azeriblog.com
Bu fotograf buradan
http://www3.dogus.edu.tr/amuslumov/Website_Old/gencevi.html
Rehber eşliğinde müzeyi gezebiliyorsunuz Orta yaşlı Azeri hanım rehber Nizami Gence’den beyitler okumuştu. Nizami Gence ile ilgili Azerbaycan`ın piri, şairler şeyhi ve medari iftiharı gibi cümleler kullanırken kendinden geçiyor. O coşarken sizde heyecanlanıyorsunuz. Bu olgu çok güzel. Keşke bizim müzelerimizde de bu kadar istekli ve heyecanla şevkle anlatan memurlar olsa. O dönem kameraya almıştık.:)) sizde söyleyin soruşacam size demişti bize.
Niyazi Gencevi hakkında bilgi vermişti..
5 önemli eseri olan Gence’li Nizami başta divan-ı olmak üzere kitaplarını, son baharda, sararmış yaprakları dökülen Çınar ağacının altında yazarmış. Bu durum heykelleştirilmiş. Başta Ferhat’la -Şirin, Leyla ile Mecnun, İskendername gibi ünlü kitapları olan Nizami`ye Sovyet Rusya çok önemli yer vermiş. Anıtın duvarlarında farsça beyitlerle süslü yazılar yazılmış.. Çiçek ve güllerle çevrili müze ve mezarı görülmeye değer. Temsili heykeller ve kabartmalarla süslü eserlerinden sahneler canlandırılmış. Anıt mezara girdiğimizde, Lahit mezara yukardan bakmıştık. Bunun sebebi, şaire duyulan saygı imiş. Bakmak için baş aşağıya eğilince saygıdan selam vermiş gibi oluyormuşsunuz. Lahitin üzerinde kırmızı karanfiller vardı. Azerbaycan kültüründe Kırmızı karanfil de çok kıymetli ve önemli.
Nizamiden bir dörtlük
.......
Dünyanın damarını kim tutsa Isa gibi,
Insaf ve adalet ile olur dünya hakimi,
Dünyaya fatih olmaz zulüm ile rezalet,
Yer yüzünün fatihi adalettir, adalet!
.......
Sen’an’la şehre girsek mi devam etsek mi düşünürken. Ben girelim amcanları da görürüz belki dönüşte fırsat olmaz dedim. Ama Sen’an son Manatı polise verdiğimizden Azeri paramızın olmadığını söyledi. İşte tamam para bozdururuz dedim. İyi tamam dedi. Çarşısına uğradık. Para bozdurduk. Hediyelik kanfet aldık( bizdeki bayram şekeri, Azeriler çayla yiyor.), Rena için yoğurt ve süt aldık. Ve amcasının olduğu yere doğru yola çıktık. Evler süper. Eskiden Ermeniler otururmuş. Şimdi çokta bakımlı değiller ama mimariler güzel sokaklar ağaç dolu. Bi yerde okumuştum. Gence şehri için çınarlı şehir diyorlar. Hakikaten de sokaklarında çınar ağaçları var. 1588 ile 1735 yılları arasında Osmanlı yönetiminde kalan Gence Osmanlının 7 sancak merkezinden birisi imiş.. Osmanlılardan geriye tek bir tarihi kültür eseri kalmış. Cami ve külliye. Ben görmedim. Dikkatimi çekmedi. Bilinçli bir şekilde gezip daha önceden bilgim olsa idi mutlaka görmek isterdim. İnşaallah başka sefere.
Amcasının bulunduğu evin kapısını çaldık. Yengesi açtı. Çok sevinçli karşıladı bizi sarıldı öptü. İçeri girdik tüm gelinler torunlar orada. Rena yine buldumcuk oldu. Amcası nerede ise yatalak. Hasta. Rena görünce korktu. Biz odasından çıktık. Rena sakinleşti. Yine buldumcuk oldu Çocuklarla oynamaya başladı. Fazla oturmadık. Sen’an amcasını öyle görmeye dayanamadı. Çok üzüldü. Sen’an bu amcasını çok sever. İsmini bu amcası koymuş. Amca çok bilgili. Hakimmiş emekli olmadan. Üzerine bir üniversite daha okumuş. Şimdi hatırlayamıyorum. Ya tarih ya da edebiyattı. Oradan çıktık Artık yola koyulalım dedik. Diğer amcaya babamla birlikte geliriz dedi Sen’an. İyi dedik. Artık bir an önce eve varmak istiyoruz.
Yolumuzun üstündeki Mingeçevir şehrinden geçtik. Artık bu şehirden sonra Yevlax Rayonu’na evimize geliyoruz. Bu Arada Sen’an’ın kardeşi ve eşi çocukları ile birlikte Bakü’den yola çıkmış, geliyorlarmış. Sevindik. Ne güzel hep beraber olacağız. Sen’an evin önünde durdu. Gitti bahçe kapısını açtı. Arabamızı bahçeye park ettik. Evde bir telaş bir sevinç. Bugun geleceğimizden hatta ne zaman geleceğimizden haberleri yoktu. Sarıldık, öpüştük. Rena etrafına bakıyor. Tuhaf tuhaf. İlkkez görüyor Dedesini, nenesini. Küçük bibisini. Kayınbabam tekrar evlenmiş yıllar önce. 2. Hanımdan küçük bir halamız var. Maral. 11 yaşında .
Hasret giderdik. Eşyalarımızı indirdik. Odamıza yerleştik. Diğerlerini bekliyoruz. Gece yarısı gelecekler. İnanılmaz uykum var ve yorgunum. Rena’yı yatırdık. Biz bekliyoruz. Nihayet gece yarısı geldiler saat 1,5 a geliyordu. Tekrar bir tantana. Sarılmalar, öpüşmeler, hal hatır sormalar. Biraz sohbetten sonra yerlerimizi hazırladık ve yattık. Eltim Naibe ve ben çocuklarla bir odada kalacağız. Çocuklarla uyumanın sonucu: Sürekli biri uyandı. Ya Rena pışpışlandı, diğerleri uyanmasın diye ya Fuad ya da Aygün. :)) Biz her ağlamaya uyandık. :) Kah pışpışladık, kah doyurduk.
Kayınbabam Güliddin Mellim(Öğretmen olmasından dolayı bu şekilde anılıyor).Kendisi Matematik öğretmeni. Karabağ doğumlu. Kayınvalidemle üniveristede okurken tanışmışlar. O dönemde devlet göreve gönderildikleri yerde kalanları askerlikten muaf tuttuğundan Yevlax'a yerleşmişler. Sen'an dahil 2 erkek 2 kız çocukları olmuş. Kayınvalidem 1996 yılında rahatsızlanmış ve vefat etmiş. 2 ay sonra doktor olan büyük kızı Aygün doğumda yaşadığı problemler yüzünden hayatını kaybetmiş.Bebekte yaşamamış.
Diğer görümcem Ülviyye hemşire. 2 kızı 1 oğlu var.Rabıta,Gülnar ve Muhammed.Oğlu 8 aylık olduğundan işe ara vermiş. Ama kadınlara ders veriyor, bilmeleri gereken konular hakkında.
Kaynım Elnur Elk. Mühendisi ama mesleğini yapacak durum bulamadı. İş bulmak özellikle mesleğini icra etmek çok sıkıntı Azerbaycan'da. O da ticaret yapıyor. Türkiye'den mutfak ve ev eşyaları getirtiyorlar ve Bakü'de pazarlamasını yapıyorlar. İşini seviyor.
Kaynımın 2 çocuğu var biri 5 aylık Aygün diğeri 17 aylık Fuad.
Eşi Naibe özel bir hastanede çalışıyor. Kayınbabamı doktora götürdüğünde tanışmışlar. Kızın kalbini çalmış.:))) O da şu anda doğum izninde.
Küçük Bibi (Hala)Maral'da 2. hanımdan. Çok şeker ilkokula ve müzik okuluna gidiyor. Piyano çalmayı öğreniyor..
Kayınvalidem Bahar çok şeker bir hanım. Biz orada iken hiç durmadı. Sürekli iş güç valla biz çocuklar yüzünden pek bi yardımda bulunamadık. Çok üzüldüm. Hem ev hem hayvanlarla ilgilenmek çok yorucu. Kayınbabam yakın zamanda büyük bir rahatsızlık geçirdiği için ev ile artık ilgilenemiyor. Ama o da hala öğretmenlik yapıyyor.
Bizim ve özellikle Rena için kuzenleri,dedesi,nenesi,halaları ve emmisi ile süper bi tatil oldu.Çok güzel bir 10 gün geçirdik.
Dede Güliddin Mellim,Maral,Sen'an, Rena ve Fuad
Rena ve Fuat Resital verirken
Bir gün Şeki’ye Han Sarayı’na gittik. Çok güzel bir yapı.
Saray iki kat halinde inşa edilmiş olup her katın merkezinde büyük salon yer alıyor. Bu salonlara bitişik koridorlar diğer odalarla salon arasında irtibatı sağlıyor. Alt kattaki salonda ve yanındaki odalarda zengin bezemeli ocaklar görülüyor. Katlar arasındaki bağlantı ahşap merdivenlerle sağlanmış. Merdiven basamakları çok yüksek.Sarayın kuzey tarafında iki küçük oda arasında Hannişin denilen bölümler yer alıyor. Düzenleniş biçimleri buraların Hanın özel dinlenme mekanları olarak kullanıldığı izlenimini veriyor. Alt hannişine girildiğinde de bu düşünceyi doğrulayan unsurlarla karşılaşmak mümkündür. Bu mekanların tavanı ayna ile kaplanmış ve ortada fıskiyeli bir mermer şadırvan yapılmış. Sarayla ilgili anlatılan ilginç hikayelerden biri bu şadırvan ile ilgilidir. Söylentiye göre şadırvan suyu burada yüzeye çıkan bir pınardan geliyormuş. Hanın ölümünden sonra bu pınar kurumuş ve suyu bir daha akmamış.
Şeki Han Sarayı mimarisiyle beraber bir sanat eseri olarak da büyük ilgi çekmektedir. Burada sıva üzerindeki renkli işlemeler, motifler, salon ve odalardaki duvar resimleri, ahşap oymalar, ağaçtan hazırlanmış ve aralarındaki boşluklara çeşitli renklerde cam monte edilmiş geometrik desenli vitraylı pencereler el sanatları bakımından geçekten etkileyici güzelliktedir. Tavanında, beş binden fazla resimli geometrik şekil ve figürlerden oluşturulmuş bir süsleme kompozisyonu bulunan alt salon ile duvarlarında av ve savaş sahnelerinin tasvir edildiği üst salonun incelikle işlenen zengin bezemeleri büyüleyici güzelliktedir.
Sarayın bir önemli özelliği de, yapımında çivi ve benzeri birleştirici araçların kullanılmamış olmasıdır. Azerbaycan’da Şeki Han Sarayından bahseden herkes övgüyle bu gerçeğe vurgu yapmaktadır. Zira böylesine ahşap malzemenin yoğun olarak kullanıldığı yapıda çivi kullanılmamış olması gerçekten ustalık gerektiren ve bir o kadar da şaşırtıcı bir durumdur. Bütün bu özellikleriyle Azerbaycan kültür varlıkları içerisinde önemli bir yeri olan bu sarayı gördükten sonra onun mimarının kim olduğunu merak ediyoruz. Sarayın duvarında 18.yy da yaşamış nakkaş Abbaskulunun adı görünüyor. Abbaskulu aynı zamanda sarayın mimarı olarak da biliniyor. Fakat hakkında anlatılanlar söylentiden öteye gitmiyor.
Halk arasında anlatılan bir hikayeye göre Şeki Hanı, yapımı tamamlandıktan sonra sarayı gezer. Mimarı çağırttırarak sarayı beğendiğini ifade eder ve sorar: Bundan daha güzelini ve daha iyisini yapabilir misin? Mimarın daha iyisini yapabileceği yanıtını alan Şeki Hanı bu cevaptan hoşlanmamış olacak ki, onun idam fermanını verir. Mimarın idamı bahçedeki bu çınar ağaçlarının dallarına kurulan idam sehpasında gerçekleştirilir. Bu rivayet dolayısıyla, Şeki Han Sarayı Azerbaycan’da mimarını idam ettiren saray olarak da bilinmektedir. Bu anlatılanlar ne kadar gerçektir bilinmez, gerçek olan bugün böyle bir şaheserin halen varlığıdır. Nitekim, Han Sarayı UNESCO tarafından korunması gereken Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek dünya kültür varlıkları arasında yerini almış.. 2004 yılında Azerbaycan’ın bir çok değerli kültür mirasının onarımını öngören proje çerçevesinde esaslı bir restorasyondan sonra yeni çehresiyle kapıları ziyaretçilere açılmıştır. Azerbaycan’a gidenlerin ne yapıp edip yollarını Şeki’ye kadar uzatmalarını ve bu şaheser sarayı görmelerini öneririm.
Hansarayı ile ilgili anlatımımda bazı alıntılar yaptım. ALıntı sahibi: Prof. Dr. Zafer AYVAZ
İşin komik tarafı bu kadar kıymetli bir yapının gerekli özeni görmemesi. Örneğin müzeyi gezmek için bilet alıyorsunuz. Görevli soruyor “fotoğraf çekecek misiniz? fotoğraf ücreti var.” Tamam verelim de yazık değil mi bu güzelim eserlerin para uğruna flaşa maruz tutup rant elde edilmesine.? Benim bildiğim bizim müzelerde flaşlı fotoğraf çekmek yasak. Flaşın eserlere zarar verebileceğinden ötürü. Flaşsız çekime izin var. Ücretsiz.
Çıkışta. Kayınbabamın teyzesinin bulunduğu köye gittik. Rena temiz çamursuz bahçeyi görünce durmadı keşfe çıktı
Hala 95 yaşında.Rivayete göre 10 kez evlenmiş. Gelininin yanında kalıyor. Çokşeker bir gelini var gittiğimizde öğrencileri gidiyordu. Fransızca ve ingilizce öğretmeni imiş.Bize ikram ettiği reçeli çok beğendim.Bir kavanoz hediye etti.Bizde olan bi meyve değil. böğürtlene benziyor. Ama pembe. Franboaz da değil. Neyse güzeldi.
Hala bende gelmek istiyorum sizinle dedi. Biz bişi demedik. Kayınbabamda bişi demedi. Hala hazırlanmaya çıktı eve. Ben düşünüyorum. Biz zati kalabalığız hala nerde yatacak. )) Neyse hala geldi. Arabaya yürüdük. Halayı arkaya oturttuk, Rena ve benim yanıma (Bizim araba tek kapı.Önden bindi ön koltuk ta geri arkaya yatınca. Hala telaşlandı. Bağırmaya başladı. Ben burada oturamam. Sıkılırım. oturamam. zorlukla oturduğu yerden geri indi öne oturdu. Kayınbabamda arkaya yanımıza geldi.:))) Hala bir kaç gün misafir oldu. Hala maaşallah çok dinç her işini kendi gördü. kimseden hiç bir şey için yardım istemedi.Eskiye dair anılar anlattı. Hala bir *KAÇKIN. Hala artık evine gitmek istediğini söyledi.Yollar o kadar bozuktu ki ne Elnur ne de Sen'an o yolu göze alıp arabalarının altını teklikeye atmak istemediler.:))Taksi tuttular. Hala ile vedalaştık. Gene gelin dedi bize..
Birgün mingeçevir pazarına gittik
Başka bir günde mingeçevir'i gezmeye gittik. Güzel bir şehir yeni bir şehir.1945’te kurulmuş.Azerbaycan'ın önemli şehirlerinden olan burası Karabağ'a çok yakın olması dolayısı ile Ermeni vahşetinden kaçan onbinlerce Karabağlı Azeri yaşamakta. Karabağ'dan Ermeni vahşetinden kaçanlara KAÇKINLAR deniyor. Bu şehirde onbinlerce kaçkın yaşamakta. Azerbaycan içerisinde 1 milyon 200 bin Azeri halk yerinden yuvasından olmuş kaçkın durumunda. Medeni dünyanın gözü önünde Azerbaycan'da yaşanan bu insanlık ayıbını Türkiye kamuoyu görmüyor. Bir çok sözde akademisyen ve siyasetçinin Ermenistan'a giderken bu bölgelere gelmemesi düşündürücü. Boğaziçi üniversitesinde Ermeni konferansı düzenleyen sözüm ona aydınlar bir kez olsun Azerbaycan’a da giderek kendi ülkelerinde sürgün hayatı yaşayan ve kaçkın 1 milyar 200 bin insanı da görmeli.
Azerbaycan'ın en büyük ırmağı Kura Nehri buradan geçiyor. Kura Nehri Ardahan dağlarından doğan ve Gürcistan`dan geçerek Azerbaycan`a girdikten sonra büyüyor. Kura yine Erzurum ve Kars dağlarından doğan ve Ermenistan geçerek Azerbaycan`a giren Aras Nehri ile birleşmekte. Kura nehri ter temiz akan suyu ile görülmeye değer. Şehir girişinde uzun bir köprüden geçiyoruz. Azerbaycan'ın en büyük barajı Kura Nehir üzerine kurulmuş. Bu Barajın inşaatında 2. Dünya savaşında esir düşen Almanlar çalıştırılmış.
Kaynak : İsmail Kahraman
Rena ve Emmisi Elnur
Geribli Ailesi
Haydar Aliyev Parkı. İlk adı Lenin Parkı imiş. Güzel bir parktı. Havuzdaki sular müziğin ritmine göre hareket ediyordu.:)
Sen'an'ın ailesi Yevlax rayonun'da oturuyor. Rayon bizdeki kasabaya denk. Ama bence köy. Gelişmemiş. Şebeke su yok. Kanalizasyon yok. Dedim ya devletin hiç bir hizmeti ya da yatırımı yok. Sadece park yapsınlar.
Orada kaldığımız süre boyunca Rena'nın eline hiç bir şeyi şişelenmiş suyla yıkamadan vermedim. Biberonlarını kaynamış şişe su ile yıkadım. Şükür ki hastalanmadan döndük Türkiye'ye.
Ayın 9 unda sabaha karşı veda edip ayrıldık. Dönüşte Gürcistan sınırını geçince Sen’an Tiflis’e girmeden başka bir yoldan gideceğimizi söyledi. Eyvah dedim gene mi. :)) Şaka bir yana. Giderken yaşanan aksiliklere rağmen gündüz gözü ile Tiflis’i görmüştük. Şimdi başka yoldan dönüyorduk. İnsanın iyiki aksilikler olmuşta görmüşüz diyesi geliyor. Aynı gün gece Artvin’e vardık. Duşlarımızı alıp uyuduk. Sabah erkenden kalktık ama bugün cumartesi olduğundan kahvaltı geç verileceğinden beklemeyip yola çıktık. Yoldan bir şeyler alıp yedik. Türkiye’de hava pek değişmemiş. Yol güzeldi. Erzurum’da döner yiyip devam ettik yolumuza hava açık güneşli. Yol üstünde Tortum gölüne uğradık.
Güzel sessiz bir ortam. Manzara hoş. Dağlarla çevrili. Ama bana göre biraz daha yeşil olsa idi daha da güzel olurdu. Tortum Şelale’sini de görmek isterdim. Ama Sen’an fazla vakit kaybetmek istemediğinden sapmadı Şelale yoluna. Yollar sonbaharın renkleri ile süslü. Sarının her tonu. Bayıldık. Araba hareket halinde iken fotoğraf çektim ama çokta başarılı değiller))
Yolda heyelan olmuş. Arabalar bekliyordu. Bir minibüsteki turistler inmiş taş örnekleri topluyorlar. NEyse çok sürmedide hemen yolu açtılar.
Sen’an yolda 1 saat uyuduktan sonra tekrar yola çıktık sabaha karşı 05:00’te evimizdeydik.Annemle babam evdeydi.sessizce içeri girdik. Onlarda evvelsi gece Konya’’dan kuzenin yanından gelmişlerdi. Biraz dinlendik. Rena tabiî ki erkenden uyandı. Benim dinlenmem sona erdi. Annemde uyanınca Rena ile oynadık. Rena yine her tatil dönüşünde yaptığı gibi önce anneanne ve büyükbabasına yanaşmadı. Ama sonra normale döndü…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)